Akdeniz Ateşi Hastalığı Nedir ve Nasıl Oluşur?
Kısaca FMF olarak bilinen Ailesel Akdeniz Ateşi, otozomal resesif inflamatuar bir hastalıktır. Bu hastalık genlerde meydana gelen bir mutasyonla birlikte oluşup kalıtsal olarak nesilden nesile aktarılmaktadır; fakat ilk cümlede de söylenildiği gibi “resesif” olması alt soyların hastalığı taşıyıcı olarak pas geçmelerini sağlayabilir.
Nasıl mı? Hastalık geni, bir bireyde homozigot olarak bulunursa bu kişi Ailesel Akdeniz Ateşi’ne sahiptir fakat eğer ki hastalık geni heterozigot ise bu kişi yalnızca taşıyıcıdır, bu bireyde herhangi bir sağlık problemi gözlenmez.
Akdeniz Ateşi Görülme Sıklığı
Hastalık prevelansına bakıldığında ise 2015 verilerine göre dünya üzerinde yaklaşık olarak 100.000 hastanın varlığından söz edilmektedir. Bu sayının büyük bir kısmını Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Araplar oluşturmaktadır. Peki, FMF nasıl ilerliyor ve bu hastalığa sahip kişilerde hangi bulgular gözleniyor? Öncelikle bu hastalığın belli atak dönemleri olduğunu ve bu atak dönemlerinde kişide yüksek ateş, karında ağrı, kalçada, dizlerde ve bileklerde artirit olarak bilinen inflamasyon varlığı, göğüste batma hissi ve vücutta “amiloid” birikimi gözlemlenir. Bu dönem atlatıldıktan sonra bir diğer atağa kadar bireyde herhangi bir fiziksel rahatsızlık durumu gözlenmez. FMF tanısının geç konulması veya tedaviye başlanmaması durumunda bireylerde atak sırasında gözlemlenen durumlar kronikleşebilir. Eklem iltihabı olarak bilinen artiridler kronikleşerek omurgayı tutan spondiloartiritlere dönüşebilir veya amiloidin böbreklerde birikimi ile böbrek yetmezliği oluşabilir. Bu yüzden tanının erken konulması ve bir an önce tedaviye başlanması önem arz eder.
Ailesel Olmayan FMF Nasıl Oluşuyor?
FMF’nin genetik geçişli olduğunu artık biliyoruz. Ailede FMF öyküsü varlığı bize bir ipucu veriyor ve altsoylarında tehlikede olduğunun çağrısını yapıyor aslında. Bireylerde aile öyküsüne ek olarak fiziksel bulguların varlığı da gözlemlenildiğinde FMF kolayca saptanabiliyor. Peki ailede FMF öyküsü yoksa? Yani aile bireyleri taşıyıcı ise ve ebeveynlerin ikisi de çocuklarına hastalık genini aktarmışsa ne olur? Bu durumda kurtarıcı, genetik tanı testleri oluyor. “Pyrin” adı verilen proteinde meydana gelen mutasyon genetik testlerle saptanarak tanı konulabiliyor. Pyrin proteini vücudumuzda normal şartlar altında inflamasyonu baskılayıcı etki gösteriyor; fakat mutasyon onu bu görevinden alıkoyuyor ve bunun sonucunda da vücut bağışıklık sistemi bitkin düşüp belli aralıklarla ateş ve iltihabi durumlar gözlemleniyor. O zaman bu bağlamda anahtar kelimemiz “bağışıklık sistemi” olabilir. Bağışıklık sistemini güçlendirici beslenme ve buna uygun fiziksel aktiviteler bu hastalığa karşı savaşta modern tıpta kullanılan “kolşisin” tedavisine ek destekler olabilir.
Bağışıklık Sistemini Güçlendirmek Çok Önemli
Bağışıklık sistemini güçlendirmeden önceki altın kural ise var olan bağışıklık sisteminin elimizde olan beslenme gibi dış etkenlerle baskılanmasını engellemek yani var olan çalışmasını korumaktır. Gelişmiş glukasyon son ürünleri olarak bilinen AGE’ler bu bağlamda dikkat edilmesi gereken elzem bir konudur. AGE’ler amino asit ve şekerlerin yüksek ısıya maruz bırakılması ile oluşmaktadır ve vücudumuzda RAGE olarak adlandırılan reseptörlere bağlanarak bağışıklığı baskılayıcı ve inflamasyonu arttırıcı etki gösterir. Bu sebeple seçtiğimiz besinlerle birlikte besinleri pişirme şeklimize de dikkat etmemiz gerekmekte ve yüksek ısıda hızlı pişirme yöntemlerinden uzaklaşmamız gerekmektedir.
Bağışıklık Güçlendirici Besinler
Peki, FMF için bağışıklık sistemimizi güçlendirmek adına hangi besinlerin tüketilebileceğine gelirsek de akla ilk gelen gruplardan bazıları antioksidan vitaminler, polifenoller ve omega-3 yağ asitleri olacaktır. Antioksidan vitamin ailesi denildiği zaman ise tabii ki baş köşede vitamin A, vitamin C ve vitamin E vardır; fakat yapılan araştırmalar vitamin D’nin de bağışıklık sisteminde baskın bir rolünün olduğunu göstermektedir. Buna ek olarak FMF’ye sahip çocuklarda yapılan bir araştırmada serum D vitaminin diğer çocuklara nazaran daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırmayı göz önüne alacak olursak FMF’li çocuklarda D vitamini alımının arttırılması hem bağışıklık sistemleri hem de vücutlarında var olan eksikliğin giderilmesi için elzem olacaktır. D vitaminin ilk kaynağı güneş ışığı olsa da karaciğer, balık, yumurta ve D vitamini ile zenginleştirilmiş tereyağı gibi besinler güneş ışığına ek vitamin D kaynakları olarak tüketilebilir.
Meyve, sebze ve hububatta bol miktarda bulunan polifenoller de yine antioksidan özellik göstererek FMF ile iltihabi savaşta bireylere pozitif etki gösterebilecek besin ögeleri içermektedir. Luteolin içeren biberiye, kereviz, aktif bileşeni curcumin olan zerdeçal ve kateşin içeren yeşil çay bu bileşiklere örnek besinler olabilir. Zerdeçal ve biberiye baharat olarak yemeklerde rahatlıkla kullanılabilir. Bitki biliminin ana merkezi olan Çin’de ise bağışıklık sisteminin bir parçası olan lökositlerin sayınısı arttırıcı özellik gösteren Astragalus bitkisi enfeksiyon hastalıklarında sıklıkla kullanılıyor; fakat bitkilerin çok güçlü içerikleri oldukları unutulmamalı ve güvenli kullanım dozları için yeterli araştırmalar yapılmalıdır.
B12 Vitamini
Hep antioksidanlardan bahsetsek de İsrail’de B12 vitaminin direkt olarak FMF atakları üzerine bir etkisi olup olamayacağı araştırılmış ve vaka raporu sunulmuştur. Bu vakada 6 yaşında her 1-3 haftada bir atak dönemi geçiren hastaya 2 mcg/gün B12 vitamini takviyesinde bulunulmuş ve bireyde 2 ay içerisinde atakların azalması ile pozitif bir sonuç elde edilmiştir ve aile tarafından sonrasında bu takviyenin bıraktırılması ile atakların geri döndüğü bildirilmiştir. Ardından takviyeye geri başlanması ile 6 ayda yine pozitif sonuçlar elde edilse de uzun dönem sonuçları hakkında bir çalışma yoktur.
Stresin Önemi ve Ağır Fiziksel Aktivite
Tüm bu desteklerin yanında dikkat edilmesi gereken başka dışsal faktörlerde elbette ki vardır. Birçok hastalıkta olduğu gibi FMF’de de stres önemli bir tetikleyicidir. Bireylerin hayatındaki stresli etkinliklerin artması atak sıklıklarını arttırdığı belirtilmiştir. Buna ek olarak aynı şekilde ağır fiziksel aktivitenin de FMF atakları ile pozitif ilişkisi bulunduğu söylenilmiştir.
Stresten uzak bir yaşam, anti inflamatuar beslenme ve kararında yapılan fiziksel aktivite FMF hastalarında sağlık yoluna giden zincirin halkalarıdır aslında. Özetle genetik geçişli hastalıklarda bireyler umutsuzluğa kapılmamalıdır. Beslenme gibi dışsal etkenler hastalıkların seyrini değiştirebilecek veya kişinin yaşam kalitesini arttırabilecek elzem role sahiptir.
Umarım yazımız sizin için faydalı olmuştur. MErak ettikleriniz ve sorularınız için yorum bırakabilirsiniz.
Merhaba,
FMF hastasıyım ancak kolşisim kullandığımdan beri (2 yıl) hiç atak geçirmiyorum. Düzenli kontrol yaptırıyorum iyi durumda bir hastayım ancak kolşisin maddesinin tedavi edici mi yoksa örtücü-bağışıklık baskılayıcı bir “sahte” tedavi mi olup olmadığını bilmiyorum. Bu durumda bağışıklığı destekleyici besinler aynı zamanda oto imuniteyi artırır mı (yani dolaylı olarak akdeniz ateşi atağını) yoksa beni hastalıktan korur mu emin değilim. Bu konudaki görüş ve öneriniz nedir?